2. OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE EĞİTİMİN AMACI
OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE
EĞİTİMİN AMACI
Eğitimin hedefi etkin birey, etkin vatandaş yetiştirmektir.
Eğitim sürecinde çocuğun, kendi bireyselliği korunurken toplumla bir bütün hâlinde ve toplumun gelişmesine faydalı sorumlu vatandaş olması da gerçekleştirilmelidir. Bu ise ancak temel bilgi, beceri, alışkanlıkların kazanıldığı okul öncesi yıllarından başlayarak çocukların öğrenme yaşantılarının kalitelerini arttırma yönünde gösterilecek dikkatli çabalarla mümkün olabilir. Bu nedenle okul öncesi yaşlarından itibaren çocukların büyüme, gelişme ve öğrenme ortamlarını nitelikli hâle getirmek gerekmektedir.
OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE EĞİTİMİN ÖNEMİ
"Beş yaşındaki bir çocukla benim aramdaki uzaklık bir adımdır, fakat yeni doğmuş bebekle beş yaşındaki çocuk arasındaki uzaklık korkunçtur." Tolstoy
İnsandaki potansiyelin en üst sınırına kadar geliştirilebilmesi, ancak ona çok erken dönemlerde sağlanacak imkânlarla mümkün olabilir. Bu dönemle yaşamın ilk yıllarındaki eğitimin, çocuğun içinde bulunduğu fiziksel ve sosyal çevrenin, onun gelişmesinde çok önemli rolü vardır. Okul öncesi yıllar ve ilköğretim çağı bu bakımdan hayati bir öneme sahiptir. Bu yıllarda çocuğa "verilenler veya verilemeyenler" onun geleceğini belirler. Kısacası bu dönem, insan yaşamının temelini oluşturur.
Her çocuğun şahsiyeti altı-yedi yaşına kadar oluşur. Bu yaş her şeyin başlangıcı değil, yaklaşık olarak kişilik oluşumunun tamamlandığı yaştır. Yedi yaşından sonra yapılacak çok şey olsa da çocuğun şahsiyet iskeleti ilk yedi yıl içerisinde kurulur. Daha sonra yapılanlar bu iskeleti ete büründürülmesi ve süslenmesidir.
Bu nedenle sağlıklı, mutlu, yaratıcı insanlar yetiştirebilmek için bu dönemi tanımak her anne babanın görevidir.
OKUL ÖNCESİ EĞİTİME NEDEN GEREK DUYULMUŞTUR?
Yirminci yüzyılın ilk yarısında sanayi ve teknoloji alanındaki gelişmeler, hızlı nüfus artışı ve kentleşme, artan hayat pahalılığı ve gelir düzeyini yükseltme zorunluluğu gibi etkenler, toplumun yapısında birtakım sosyal değişmelere ve ekonomik gelişmelere yol açmıştır.
Bu değişmelerden en fazla etkilenen sosyal kurumların başında aile müessesesi gelmektedir. Aile kadroları gelişmelere paralel olarak daralıp küçülmeye başlamıştır. Böylece zaman içinde büyükanne- büyükbaba kadronun dışında kalmışlar. Böylelikle geniş aile tipi yerine ana-baba ve çocuklardan oluşan modern aile dediğimiz çekirdek aile tipleri doğmuştur.
Her bir çocuk, kişiliğinin özgürce gelişimi için okul öncesi eğitim sürecinden mutlaka istifade ettirilmelidir. Çocuğun kişiliğinin belli kalıplara döküldüğü, duygu tohumlarının ekildiği bu devrede çocuk ne tamamen ailede kalmalı, ne de tamamen okul öncesi eğitim kurumuna bırakılıp anneden ayrı bırakılmalıdır. Bu dönemde aile ile kurumlar arasında sıkı bir işbirliği sağlanması daha yerinde olacaktır.
Aile çevresindeki koşulları ne denli iyi ve elverişli olursa olsun, çocuğu yaşıtlarıyla birlikte uygun bir ortamda ve uzman eğitimcilerin gözetiminde temel öğrenim olan ilkokula hazırlamak, daha olumlu sonuçlar vermektedir.
Ancak, yaşam koşulları sebebiyle, annenin aileye ekonomik katkıda bulunmak üzere çalıştığı durumlarda, “ bakıcı ”’ dan yararlanma seçeneği birçok eğitimsel yanlışı da beraberinde getirmektedir. Çocuk, model olarak kendisine bakan bu kimseyi aldığından, onun konuşmasındaki dilbilgisi hatalarını, örf ve âdetini taklit yoluyla kolayca öğrenebilecektir. Daha da önemlisi, anneye en çok gereksinim duyduğu bu dönemde anneyle fizik temastan ve duygusal etkileşimden uzak büyüyecek, bu da çocuğun kişiliğini ve duygusal gelişimini önemli bir biçimde etkileyecektir. Büyükanne yanında bakım, aşırı hoşgörü ve şımartma sebebiyle, eğitimsel açıdan tehlikelidir.
ANAOKULUNA GİTMEK ÇOCUĞA NELER KAZANDIRIR?
Çocuğun oyun gereksinimini en iyi karşılayan toplumsal kurum, “ana okulları”dır.
0–6 yaş çocuklarının eğitimini gerçekleştiren anaokulunu, annenin yokluğunu giderecek bir kurum olarak değil de, annenin tek başına çocuğun üzerindeki rolüne katkıda bulunan ve bu rolü yaygınlaştıran bir kurum olarak değerlendirmek gerekir.
Çocuklar, bir fikir, bir davranış, bir ürün ortaya çıkardıklarında kendilerini önemli hissederler. Çocukların bir işe yaradıklarını görmeye gereksinimleri vardır. Onlara sorumluluklar vererek yeterliliklerini görmelerine böylece kendilerine güven duymalarına olanak verilmelidir.
Froebel’ in deyişiyle: “anaokulunun amacı, öğrenmeye ilgi uyandırmaktır.”
Anaokulu, çocuğa bilgi aktarmaktan çok, çocuğun içinde var olan yeteneklerin serpilip gelişmesine yardımcı olur.
Çocuk, anaokulunda en iyi oyun ortamını bulur, işbirliğini geliştirir, yaşıtlarıyla ilişkiye girer. Anaokulu çocuğa, kendi hakkını korurken, paylaşmayı ve başkalarının özgürlüğünü zedelememeyi öğrenir.
Parmak boya ve resim faaliyeti, su oyunu, kum oyunu, ritmik jimnastik, bloklarla oynama önde gelen oyun dizileri arasında sayılabilir. Çocukların en hoşlandıkları dramatik oyun köşeleri, doktorculuk, bebekçilik, bakkalcılık köşeleridir. Çocuk, en iyi ve örgütlü oyun ortamını anaokulunda bulur.
Anaokulunun temel öğretim programı içinde insan ve hayvanları tanıtma, ülkemize ve dünya ülkelerini tanıma, önemli olay ve günlerle, trafik, görgü gibi çeşitli kuralları öğrenme sayılabilir.
Anaokulu aynı zamanda kuralları en etkili bir biçimde öğretebilen bir kurumdur. Çocuk yaşıtlarıyla ilişkiye girerek birlikte yaşamayı, yemek yemeyi, uyumayı ve oynamayı öğrenir. Böylece başkalarının özgürlüğünden haberdar olur. “Ben” ve “başkası” kavramalarının bilincine vararak yardımlaşma ve işbirliği duygusunu geliştirir.
Okul öncesi eğitiminin amaçlarından biri de, çocuğun anaokulunda kendi kişiliğine karşı olumlu bir tutum geliştirmesidir. Çocuğu okul öncesi eğitimi sırasında yaşantıları mutlu ve anlamlı olursa, ilkokula kendine yönelik olumlu duygularla başlaması ve başarı olasılığı artacaktır.
Bedensel, sosyal, zihinsel, duygusal gelişimlerini sağlamada okul öncesi eğitim kurumlarının önemli katkısı, özellikle çocuk, ilköğretime başladığında kendisini göstermektedir. Araştırmalar, okul öncesi eğitim kurumlarında eğitim gören çocukların bu eğitimi görmeyenlere kıyasla ilkokulda daha uyumlu ve girişken, sosyal etkinliklerde daha başarılı olduklarını ortaya koymaktadır.
Çocuk kendisine sunulan onlarca olanak içerisinden kendisine uygun olanı seçer.
Böylelikle çocuk;
• Kendi zaman ve enerjisini gerektiği gibi kullanarak, neyi nasıl yapacağına ilişkin tercihler yapma ve karar alma fırsatı bulur.
• Kendi seçtikleri amaçları ve görevleri özgür bir biçimde ve sorumlulukla tanımlama ve yeteneklerini geliştirme fırsatı bulur.
• Arkadaş ve yetişkinlerle grup planlaması yapmak ve ortak çaba gösterme konusunda fırsat bulur.
• Düşüncelerini dile getirebilme ve başkalarına iletebilme şansını elde eder.
Bu nedenlerden dolayı, okul öncesi dönemi çocuğu, annenin çalışıp çalışmadığına bakılmaksızın anaokuluna gitmelidir.
Anaokulunda çocuk, temelleri daha doğumdan itibaren evde atılmaya başlanan, ancak çok kere kararlı bir tutum bulunmadığı için, istenilen düzeye ulaşamayan temel alışkanlıkları ( yemek, uyku, tuvalet, temizlik ) kazanma yolunda olumlu adımlar atabilir.
Burada değişik yetişkinlerle karşılaşan çocuk, ayrıca yaşıtları ve kendisinden daha büyük ve daha küçük çocuklarla bir arada oynamayı, onların istekleri ile kendi istekleri çatıştığında kimseye zarar vermeden bunun üstesinden gelebilmeyi de öğrenebilir.
Bir okul öncesi kurumda belirli bir zaman dilimi içinde bir sıra düzen izleyen faaliyetler, çocuğun zaman kavramını ve bunun insan yaşamındaki yerini ve önemini öğrenmesine yardımcı olur.
Okul öncesi kurum, öğretmenin denetim ve uyarıları ile çocuklara okuldaki eşyaları ve oyuncakları ortaklaşa kullanmayı birbirlerinin sırasını ve hakkini gözetmeyi ve birbirleri için bir şeyler yapabilmeyi öğretebilecek en iyi ortamlardan birisidir.
Yemek sırasında arkadaşlarına ekmek servisi yapmanın, onların bardaklarına su doldurabilmenin çocuk için zevkli bir uğraş olduğu kadar gelecekte kuracağı insan ilişkileri için de olumlu bir temel oluşturacağı kuşkusuzdur.
Çocuklar evde yapamadıkları birçok faaliyeti anaokulunda gerçekleştirirken, arkadaşları ile konuşarak onların düşüncelerinden haberdar olurlar. Kendi görüşlerini ve düşüncelerini rahatça ifade edebilirler.
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM VE YABANCI DİL
Niçin çocuklar kolay bir şekilde dil öğrenme yeteneğine sahiptirler?
Çocuklar için 0–6 yaş arası dönem yabancı dil öğrenme açısından hayati öneme sahiptir. Doğumdan itibaren 6 yaşına kadar çocuğun beynindeki nörofizyolojik mekanizma çok aktiftir ve bu mekanizmanın yardımıyla dil otomatik olarak beyne kaydedilmektedir. Çocuk duyduklarını adeta bir kasete kaydedercesine beynine kaydetmektedir. Dil öğrenimi bir süreçtir. Bu sürecin en önemli adımlarından biri 0–6 yaş grubundayken atılmalıdır. 6 yaşından sonra yabancı dil eğitimine başlayan çocuklarda, dil dağarcıkları sonradan öğrendikleri az sayıdaki kelimelerle sınırlı kalmış ve üstelik bu kelimelerle cümle oluşturabilme özelliğine de sahip olamamışlardır. Bunun sebebi nörofizyolojik mekanizmanın etkinliğini kaybetmesinden başka bir şey değildir.
Anne-baba’nın çocukla beraber yabancı dil konuşması, öğrenilen yabancı dili aktif olarak ev ortamına taşıması öğrenme sürecini kolaylaştırır. Tabii ki çocuğun gönüllü olması çok önemlidir. Çocuk hiçbir zaman için zorlanmamalıdır.
ANAOKULUNA GITMEK ISTEMEYEN ÇOCUGA NASIL YARDIMCI OLUNABILIR?
Anaokuluna gitmek istemeyen çocuk genellikle kuralsız ve özgür ortamda, dilediği gibi yaşamını sürdürmeyi yeğleyen çocuktur. Çocuk merkezli ev ortamında ilkeler ortaya kesin hatlarıyla konmadığı zaman kurumdaki yemek, uyku çocuk için göze batan, rahatsız edici unsurlar olmaya başlar. Çoğunlukla koruyucu ve aşırı hoşgörülü ( gevşek ) aile ortamlarından gelen çocuğun okul çevresinde kaygısı artar. Çocuk evdeki kuralsız dünyasında büyükannesine her şeyi yaptırabilmektedir. Düzenini de bozmak istememektedir.
Çocuğun anaokulunu reddetmesi halinde, ana-baba, büyükanne ve büyükbabadan herhangi birinin çocuktan yana tutumu ona güç verir ve tepkisi büyür. Oysa çocuğun katıldığı ilk sosyal kuruma uyumu önemlidir. Okula gidişinin tüm aile üyelerince desteklenmesi beklenir. Burada önemli ölçütlerden birincisi, çocuğun kurumda ana-babanın yanında arkadaşlarıyla oynayabilmesi, ikincisi ise, ana-baba kurumdan ayrıldığında ağlamayı kesip oyun faaliyetine girebilmesidir. Bunların gerçekleşmesi halinde, çocuk kuruma uyum konusunda zorlanmalıdır.
Bu amaçla ailenin tüm bireyleri, çocuğun kuruma gitmesi konusunda görüş birliği içinde olmalıdır. Çocuk servise ya da anaokuluna, bağımlı olmadığı ebeveyni tarafından götürülmeli, okula gitme konusunda hiçbir şekilde ödün verilmemelidir. Uyum konusunda zorlanan çocuk için çeşitli yöntemler uygulanabilir.
Örneğin ebeveyn çocuktan kademeli uzaklaşma yolunu seçebilir. Birinci gün salonda, ikinci gün bahçede kalan anne, üçüncü gün öğlen yemeğine uğramakla yetinebilir. Üçüncü gün sonrasında ise annenin okula uğramasına bile gerek duyulmamakta aksine anne-babanın okulda çocuğa görünmesi telafisi zor olan sonuçlar doğurabilmektedir.